4 Mayıs 2013 Cumartesi

hıdırellez


"Çiçekli eteğini giy,sokakta dans edeceğiz" dediğini duydum Osman'ın. Ama o nereden bilirdi ki duyup duymadığımı,pikenin altında uyuyormuşum gibi yapmaya devam ettim.
" Tahta sandalyeleri boyadık,ateş için çalı çırpı topladık,Hasan marangozhaneden ağaç kütükleri getirdi,Ahmet zurnasını temizlemiş,bayram davulunu germiş,10 tane def dağıttık Maykıl'ın arkadaşlarına, hey çık şu pikenin altından Allahın cezası!"
 Niye bu kadar zahmete girdi bunlar yahu.Ben güneş geçirmeyen humayın perdeli bu kireç duvarlı odada, emprime geceliğimin içinde ve buruşuk pikenin altında yıllar önce gömülmüş bir ceset gibi yatmaktan o denli huzurluydum ki,azrail gelse ölemezdim bile.
 "Darbukaları görmelisin,pırıl pırıl. Mandolinimiz bile var,bir kaç teli kopuk gerçi,ama üzülecek bir şey değil."
 Ayak parmaklarım kaşınıyor,ama uyuyorum ya kaşıyamam şimdi,ne olur git Osman...
" Bir sürü çaput bağladık ağaç dallarına,güllere dilekler astık,hala vakit varken kalk,yoksa yer bulamazsın gül dalında.
 Gül dalında yer bulursam kendimi asarım kalkınca,beni humayin perdelerin loş hüznüne bırak Osman.Sol ayağımın küçük parmağı o kadar çok kaşınıyor ki,ne olur kaşı onu.Hem o daha küçücük.Of tanrım neden ceza verdin ki bana? Neden Osman burada şimdi.Üç gündür yıkanmıyorum,saçlarım yağlandı mı acaba? Hem bütün bu davul- zurna,çaput- dilek saçmalığı da ne ya.?
 "Bunu kaçırmana izin veremem,anladın mı? Gelinlik kızlar gibi eteklerini sürüye sürüye geldi bahar.Mevsim bile çıktı kendi örtüsünden,sen ...
sen hala neden yatıyorsun?
 Bu inat yarışını kim kazanırdı acaba.Usanıp gider miydi Osman? Beni terk eder miydi?
 "Osman,hangi cehenneme yollandın kaytarmak için!", Munise'nin sesi bu, ilk kez bu kadar çok seviyorum O'nu.
 "Sen kazandın,gidiyorum, ama geleceğim birazdan."
Kapının kapandığını duyunca kalktım minik ayak parmağım için.
 "Yakalandın" dedi Osman."Numara yaptığını biliyordum,sürtük"
 "Yatağa gömülmekten başka istediğim her hangi bir şey yok Osman,lütfen çık odadan."
"Başka bir şey iste,bu dileğini kabul etmedi tanrılar."
"Hay o tanrılara ben,,,"
" Bu neyin inadı şimdi? İnanamıyorum sana.Dışarıda bahar var ve sen içeridesin,inanamıyorum ya,gerçekten,senin yaptığın hiç bir şey...
"Git!"
 " Neyin var?"
"Hiç"
"E?"
"E si yok Osman, e si yok."
" Hıdırellez geldi, sen gelmem diyorsun, iyi misin deniz tuzum?"
" Hiç bir şey yapmak gelmiyor içimden Osman, depresifim"
"Dergilerden mi öğreniyorsun bu sorunlu kız hallerini?"
" Rica ederim uzatma"
"Ama,sıcak poğaçam, taze limonum, yapma böyle,"
"Çok tatlısın Osman ama, fil kadar ağır bir acı var içimde"
"Şeker portakalım, renkli pazenim, papatyam,yaz bahçem...
" Ağlamak istemiyorum, sus artık!" 
"Ağlamak için bir neden yok göz bebeğim, ne oldu sana?"
"İçimde aşk bitti Osman."
    Anında biri gelip Osman'ı aldı ve yerine  mermer heykelini koydu sanki. O kadar donuktu ki, öldü sandım.Ama onu teselli edecek halim yoktu. Kendimi teselli edecek halim yoktu.Aşk bitmişti işte, ne yapılır ki artık? Böyle olmamasını dileseydim keşke gül dalına.Sebepsiz ve birdenbire, iki gün önce uyandığımda, Osman'ın yanımda çırılçıplak uyurken ona bakınca anladım ki, gece biz uyurken aşk gitmişti işte, fil gibi bir acı, bin dönümlük bir yalnızlık, yüz yıllık bir yıkım koyup yerine; bir veda notu bile bırakmadan,o melek uykumuzda aşk çekip gitmişti.Şimdi ne yapsam dibi tutmuş bir yemek kadar tatsızız artık .
 Duvarlardan daha beyaz oldu Osman'ın  yüzü, korkudan boynuna sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladım,o kıpırtısız saçlarıma dokundu yalnız:
"Yağlanmış" dedi.
" Kimsenin konuşmadığı bir dil kadar yalnızım Osman"
"İçime soktuğun jileti çıkar"dediğini zar zor anladım. Ağzını açmadan, yalnız dudaklarını titreterek konuşuyordu.
"Özür dilerim sevgilim, ben de istemezdim dilimin altındaki jileti sana saplamayı"
"Ben dışarıdayım,sen gidiyorsun madem bu küfürbaz masaldan,bahar kaçmasın hiç değilse."
 Bu küfürbaz masal, bu çelimsiz çingene adam, bu esrarlı sözler, bu gelinlik bahar...Bavullar da sihirbaz değil ki,en fazla ne alır içine?
"Kaltağına mı kaçtın yine?" Munise'nin sesi bu.
"işine bak sen!" Osman'ın öfkesi
" Aa,deli pezevenk" diye uzayan  kavgaları.
Bunlar sığar mı bavula?
Ağlayarak annesini aramasından anladım ki Sümbül'ün eline gül dikeni batmış. Sibel beşinci kızından, alkolik kocası Selman'dan  ve kalan dört hayta çocuğundan sıkılmış; "Geberesice!"dedi Sümbül'e. Darbuka sesleri sokaktan camlara çarptı,pencerelerden mahalleye bağıran kadınlar, arada yükselen Munise'nin  küfürleri, Selman'ın naraları, kıyamet gibi bir uğultu, gırla giden bir koşturmaca, kendini kaybetmiş tanrılarımız paçavra kalabalığında; davetlisi olduğu baloda yer bulamayıp şaşırmış o çıtı pıtı hanımefendi şaşkınlığında bahar ve her yere ses bombası gibi atılan analı babalı sahipsiz piç kuruları....
Bunlar sığar mı bavula?
" Ölürüm sensiz!"dedi Osman bir volkan patlamasıyla.
"Zorlaştırma her şeyi ne olur. Zaten çok zor."
"Zorlaştırma her şeyi ne olur. Zaten çok zor." diye tekrarladı dalga geçerek," Metresi kaç para lan bu cümlelerin?"
"Anlamıyorsun."
"Anlamıyorum, sen ne anladığını sanıyorsun ki? Sen içimde aşk bitti'yi nasıl anlıyorsun?"
Ağlamaktan gözlerim kurusun, cam gibi olsun, Osman  sıska bacaklarını çarpıtarak oynarken üzerine bassın ve kör kalayım, yok olayım istedim karanlıkta.
"Bakma bana öyle o lanet olası melek gözlerinle." den sonrası hıçkırık ve titreme ve kayıp giden bir yıldız kadar uzaklaşan,batıp giden Osman.
"ben, ne diyeceğimi bilemiyorum Osman."
"Gitme, sev beni, rüyanda beni gör, trende yanıma otur, çayımı sen koy, kusunca ağzımı sil, yakama çiçek tak yeniden. Gitme,hiç etme beni"
"Biraz yalnız kalabilir miyim?"
"Kal, ama ben yalnız kalamam, bu bedeni tek başıma kullanamam,sensiz....sensiz olmaz. Atmaya kıyamadığımız yayıntılar gibi toz içinde küf kokarım.Yaz meyvesi gibi çürürüm, kaybolurum bir başıma denize inen yollarda, pantolonlarım, gömleklerim bile bol gelir, bu beden tek kişilik değil çivit boyam, yoğurtsuz ıspanak gibi tatsız olurum, sen yalnız kal,ben kalamam."
"Çık git ne olur?"
Kapıyı çarptı, duvarları yumrukladı, hıçkırıklarını duydum.
 Hiç kıpırdamadan, saatlerce,  belki yıllarca,ömrümün sonuna kadar ya da sadece bir an öyle oturdum. Beynim üzüntüden göz yaşına ve sümüğe dönüşseydi de akıp gitseydi ağzımdan burnumdan. Kalbimi kusabilseydim, tanrım ölseydim bu kadar acıklı bir kahraman olacağıma.
 Hiç bir şey olmamış gibi odada dolanan sineği izledim.Sesi o kadar sinir bozucuydu ki sevdim onu. Bir sonraki konacağı yeri tahmin etmeye çalıştım ayaklarımın kanını emerken.Ümit doldu içim.Belki bu sinek bütün kanımı içip kurtarabilirdi beni.Sineği Osman'dan daha çok sevdim o an. O bunu hissetmiş gibi bağırdı camın altından:
"Bahar! Bahar! Dışarı çık!"
Emredildiği üzere cama çıktım, Osman'a baktım. O da bana baktı bir an, sensiz olmaz deyip sağ elindeki tabancayı ateşledi, solaktı oysa, tabancanın şakağına dayadığı ucundan ince bir barut kokusu yükseldi. Düz ayak bahçeye çıkar gibi pencereden aşağı bıraktım kendimi bende.Acıklı varlıklar olmak yerine  kabus gibi yok oluşumuza sevindim.
" Hoş geldin ruhum"dedi Osman.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder